top of page
Search

Az ile Yaşayanlar Kulübü

Böyle bir kulübe üye olmak ister misiniz? Bu da ne şimdi dediğinizi duyar gibiyim. Hayata minimalist bir perspektifle bakıyorsanız veya bakmayı deniyorsanız, bu yazıya denk gelmeden önce üye olmuşsunuz demektir. Tüketimin zirvede olduğu günümüz dünyasında minimalizm, ihtiyacımız olandan fazlasını tüketmenin anlamsız olduğu düşüncesine dayanan bir akım. Bu akım, az ile yaşamanın, aslında bir nevi çok ve özlü yaşamak olduğu fikrine dayanıyor. Hepimiz bugün telefonumuzun, sosyal medyanın, zamanın, eşyaların yönlendirdiği bir hayatın içinde yaşıyoruz ve minimalizm buna dur demenin yollarından biri olarak ele alınabilir. Franz Kafka, Milena’ya yazdığı mektuplardan birinde sözleri "Birkaç kıyafetim var ama hala güzel görünüyorum!" şeklinde bir Çek halk şarkısından -tahminen- atıfta bulunur.[1] Ne bağlamda geçtiğini, hatta mektupta nelerden bahsedildiğini bile unuttum; fakat bu cümle beynimin bir yerlerine kazınmış halde kalmış. Şimdi bu satırları yazarken, hiç bilmediğim o halk şarkısının melodisini kafamda canlandırmaya çalışıyorum.

Basitçe minimalizmi gereksiz masraflardan kaçınmak olarak tanımlayabiliriz. Burada neyin gerçekten gerekli olduğuna ve neye ihtiyacımız olduğuna dair düşünmek gerekebilir. Örneğin dolabımızda ihtiyacımızı karşılayacak kadar kıyafet olduğu halde aldığımız yeni bir kıyafet gereksiz olacaktır. Oysa, tüketim kültürü hayatlarımıza o denli yerleşmiş vaziyetteki ihtiyacımız olmayan bir şeyi satın aldığımızda, o şeye ihtiyacımız olmadığını fark edemeyebiliyoruz bazen. Gereksiz bir harcama için kullanacağımız para, hayallerimizi gerçekleştirmek ve zor durumda olan insanlara yardım etmek için bize kaynak oluşturabilir. Birçok minimalist insan, kullanmadığı kıyafetleri -bu kıyafetler eğer hala kullanılabilir durumdaysa- ve okumadığı kitapları ihtiyacı olanlarla paylaşmanın "sürekli ve sadece tüketen taraf olmaktan" çok daha iyi olacağını düşünüyor. Çoğumuzun, satın aldığı halde etiketiyle birlikte duran kıyafetleri var; aslında tüketmiş bile olmuyoruz. Parasal açıdan bir bedel ödeyerek paramızı tüketsek de bu metaları pratikte tüketmiş değiliz; zira, doğru düzgün kullanmıyoruz. Yine de satın almaya devam ediyoruz. Hepimiz canımız sıkkın hissettiğimizde belki birkaç kıyafet alırsak bunun bize iyi geleceğini düşündüğümüz olmuştur; kimi zaman iyi de gelir. Fakat eşyaların, herhangi bir materyalin verdiği geçici mutluluk yerine, sizi mutsuz eden bir problemin derinine inmenin uzun vadede daha iyi bir seçenek olabileceğini kendimize hatırlatabiliriz.

Minimalizmin insan ilişkilerine de uygulanılabilir bir tarafı var. Arkadaşlığa gelince nicelikten ziyade niteliğin önemli olduğu aşikar. Binlerce arkadaşınız olabilir fakat bu arkadaşlarınız ruhunuza huzurdan çok sıkıntı getiriyorsa bu noktada biraz düşünmek gerekebilir. Güzel duygularınızı yanlış insanlarda harcamak da israfın bir çeşidi olabilir. Örneğin sürekli sizi üzen, kıran ve size değer vermeyen bir insanı hayatımızda tutmanın da birey için bir lüks olduğunu düşünüyorum. Zira, bu hem duygularınızın hem de emeğinizin israfı olabilir. Birbirinizin hayatlarından çıkmak ikiniz için de daha iyi bir seçenek olabilir ve böyle zehirli bir ilişkinin omuzlarınıza yüklediği ruhsal ağırlığın hafiflediğini hissetmeniz mümkün. Zehirli ve değer görmediğiniz ilişkilerde harcayacağınız enerjiyi, size iyi gelen ve sizin de onlara iyi geldiğiniz insanlarla birlikteyken harcamak daha makul gibi görünüyor; zira diğer durumlarda ortada harcanan bir şey bile kalmıyor.




Sen de mi Rousseau?

Yazın dünyasında da minimalizmin kırıntılarını görmek mümkün; bu noktada birçok yazardan örnekler vermek mümkün olsa da ben biraz geriye gitmek istiyorum. Jean Jacques Rousseau, özellikle siyaset felsefesiyle bilinen bir düşünür olmasına karşın diğer eserlerinde de bize hayata dair pek çok şey söylemektedir. Sanki yakın arkadaşlarınızdan biriyle keyifli bir sohbet ediyormuşsunuz tadı veren İtiraflar adlı kitabının ikinci cildinde, kendi hayatını ve iç dünyasını samimi bir şekilde okura açar. Rousseau, lüks alanında yaptığı ıslahatlardan şöyle bir örnek verir:"...Lüks alanında yaptığım ıslahatta radikal davranmama rağmen işi, Venedik'te edindiğim bol sayıdaki güzel iç çamaşırlarıma kadar vardırmadım. Bu çamaşırlara karşı özel bir tutkum vardı. Önceleri maksadım temiz giyinmek iken sonradan bu alışkanlık bir lükse dönüşmüştü ve bana pahalıya patlıyordu. Bir iyiliksever ortaya çıkıp beni bu kölelikten kurtardı.”. [2]Lükse giren bu çamaşırları çalan hırsızı “iyiliksever” diye nitelendirmesi ve bu çamaşırlara olan düşkünlüğünü “kölelik” diye nitelendirmesi oldukça dikkat çekici. Bir nesnenin bağımlısı oluyor, farkında olmadan kendimizi gereksiz bir lüksün içinde veya gösteriş yaparken bulabiliyoruz; görüyoruz ki, lükse duyduğumuz bu düşkünlük aslında özgürlüğümüze zarar veren bir alışkanlık.

Kimilerimiz minimalist bir yaşam tercih etme konusunda toplumun tepkisinden çekiniyor olabiliriz. Örneğin, az eşyaya sahip olduğumuz için toplum tarafından küçük görüleceğimizi düşünüyor olabiliriz. Etrafımızda gösteriş, lüks evler ve lüks eşyalar o kadar yaygın hale geldi ki artık çoğu kişi üzerinde çok kafa yormadan yapması gerekenin bu olduğunu düşünüyor olabilir. Belki de lüks bir tabak takımı almadığı için ayıp ve yanlış bir şey yapıyor gibi hissedebilir. Günlük hayatta gelip “Neden daha lüks ve gösterişli bir takım almadın?” diye soracak insanlarla da karşılaşılabilir. Rousseau da o dönem muhtemelen aldığı bu kararın bazı çevrelerde tepkiye sebep olabileceğini tahmin etmiş: "Kıyafet devrimini böylece tamamladıktan sonra, gerçekte iyi ve doğru şeylerden ötürü kalabalık tarafından ayıplanma korkusunu içimden söküp atmaya çalışarak ıslahatımı sağlam temellere oturtmaktan başka düşüncem kalmadı.". [3]Rousseau’nun ayıplanma ihtimalinin farkında olduğunu ve sade bir yaşamı seçerek iyi ve doğru olanı yaptığını düşündüğünü görüyoruz. Gezegenimizdeki kaynakların sınırlı oluşu düşünüldüğünde, gezegenimiz israfı ve bireylerin lüks konusunda şımarıklıklarını daha fazla kaldırabilecekmiş gibi görünmüyor. İhtiyacımız olmadığı halde yenisini aldığımız ve elimizdekini bir kenara attığımız her mal ile birlikte israf döngüsünün çarkları hızlanıyor.



Sözün Özü

Son olarak azlığa ve özlüğe dayanan minimalizm akımının insanlara pozitif etkileri hakkında yapılan psikolojik araştırmalara ufak bir arama ile ulaşmanız mümkün. Çok dağınık ve eşya ile dolu bir çalışma masasına oturmak size ne hissettiriyor? Bu psikolojik araştırmalara hiç göz atmamış olsanız bile birçoğumuzun karmakarışık, bir sürü ıvır zıvır ile dolu bir masada çalışmayı tercih etmeyeceği malum. Sözün özü, bu yaşadığımız zorlu günler de bize gösterdi ki aslında o kadar kıyafete, eşyaya, gösterişe, lükse ihtiyacımız yokmuş. Süslü tabak takımlarını sergileyemiyoruz, marka çantalarla dışarıda gezemiyoruz. Bu süreç, asıl önemli olan şeyleri kaçırıp şaşaalı eşyalarımıza yüklediğimiz anlamı bize sorgulatan bir süreç. Kendi adıma söyleyebilirim ki gereksiz bir harcamayı yapmak yerine, bir tiyatro bileti alıp bir arkadaşımla ufkumu genişletecek bir oyun izleyebilirmişim ya da bir çocuğa çikolata alıp onu mutlu edebilirmişim. O aldığım gereksiz kıyafet mi? Şimdi dolabımda duruyor. Yine de geç değil; yaptığımız gereksiz harcamaları geride bırakabilir ve minimalist bir bakış açısı edinebiliriz.

[1] Franz Kafka, Milena’ya Mektuplar, çev., Nuriye Gülmen (İstanbul: Antik Dünya Klasikleri, 2012), 75.

[2] Jean Jacques Rousseau, İtiraflar II, haz, Serkan Özburun (İstanbul: Kaknüs Yayınları, 2003). 101.

[3] Age, 101.



Kaynakça


Rousseau, Jean Jacques. İtiraflar II. Haz, Serkan Özburun. İstanbul: Kaknüs Yayınları, 2003.

Kafka, Franz. Milena’ya Mektuplar. Çev., Nuriye Gülmen. İstanbul: Antik Dünya Klasikleri, 2012.

83 views0 comments
Post: Blog2_Post
bottom of page